Yükseltin Tavan Kirişini Ustalar - Seymour / Bir giriş

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Efsane yazar, suskun münzevi Salinger'ın Türkçeye çevirilen son kitabı. Daha önceki yıllarda Dokuz Öykü (1993), Franny ve Zooey (1993) ve Çavdar Tarlasında Çocuklar isimli kitaplarını yayımladığımız Salinger'ın kitaplaşmış son kitabıydı Yükseltin Tavan Kirişini Ustalar ve Seymour Bir Giriş. Franny ve Zooey'de olduğu gibi bu kitapta da Glass kardeşlere ait iki uzun öykü yer alıyor. Yazdığı öyküler kadar, 1963'ten bu yana sürdürdüğü mutlak münzevi tavrıyla da edebiyat gündeminin en çok konuşulan ismi, J. D. Salinger. Tek -ve kült- romanı Çavdar Tarlasında Çocuklar ile modern edebiyatın klasiği olan Salinger'ın bu romanı (ilk baskısı....) her yıl iki yüz elli bin basılıyor.

Ahbabımla birlikte Yetmiş Dokuzuncu Sokak'taki Schrafft'ın döner kapısına vardığımızda, Nedime, kocası ve Bayan Silsburn birkaç dakikadır kapının önünde bekliyorlardı. Onlar orada öyle, yanına varılmaz bir üçlü oluşturmuşlar gibi geldi bana. Konuşuyorlardı, ama bizim karışık ikili yanlarına yaklaşırken birden susuverdiler. Daha birkaç dakika önce arabada, boru-trampet takımı patırdarken duyulan o ortak rahatsızlık, hatta o ortak ıstırap diyelim, küçük topluluğumuza bir birlik ruhu kazandırmış gibiydi - Pompei'de sağnak yağmura tutulan, Cook şirketinin gezdirdiği turistler arasında bir ara oluşan birlik ruhuna benzer bir şeydi bu. Açıkça anlaşılıyordu ki, ufacık ihtiyarla ben Schrafft'ın döner kapısına yaklaşırken sağnak dinmişti artık. Nedime'yle selamlaşmadan filan, tanışlık ifadeleri takındık. Bana soğuk soğuk bakarak, "Tadilât varmış, kapalıymış" dedi. Emindim, açıkça değilse de bana karşı "ebe sensin, çık bakalım" tavrı içindeydi. Burada nedenlerine girmeye değmez ama, sabahtan beri duyduğum yalnızlığı ve yabancılaşmayı o anda çok daha derinden duydum. Aynı anda, burda onu da belirteyim, her nedense birden öksürüğüm harekete geçti. Arka cebimden mendilimi çektim. Nedime, Bayan Silsburn'le kocasına döndü. "Buralarda bir de Longschamps'ın yeri olacaktı," dedi. "Ama nerde, bilmiyorum." "Ben de bilmiyorum," dedi Bayan Silsburn. Neredeyse ağlayacaktı. Alnından ve üst dudağından, hatta fondöten makyajlarından terler fışkırıyordu. Siyah rugan çantasını koltuğunun altına sıkıştırmıştı. Çantayı en sevdiği oyuncak bebeğiymiş gibi tutuyordu. Kendisi de, bir denemek için aşırı rujlanıp pudralanmış, evden kaçmış ve çok mutsuz bir kız çocuğuydu sanki. "Taksi de yok, paranla rezillik bu şimdi," dedi Teğmen, perişan. Üstü başı daha da perişandı. Başındaki "bıçkın pilot" şapkası, solgun, terli, hiç mi hiç yiğit görünmeyen yılgın suratının tepesinde tüm iğretiliğiyle göze batıyordu ve yine hatırlıyorum, şu şapkaya şöyle pat diye bir vurup kafasından alaşağı edeyim ya da en azından, adam gibi bir düzelteyim diye geçirdim içimden - böyle bir duyguyu, çocuk partilerinde rastlanan o küçücük ve bakımsız çocuklardan birinin kulaklarına kadar geçmiş kâğıttan külahı düzeltmek isteğini, herkes mutlaka duyar sanırım. "Of Tanrım, bu ne biçim gün böyle!" dedi Nedime hepimiz adına konuşarak. Başındaki yapay çiçek tacı bir parça yana yıkılmıştı, terden sırılsıklamdı, ama onda gerçekten yıkılan tek şey, kendisinden en uzakta kalan aksesuarı -yani iki eliyle kavradığı gardenya buketi- idi. Zavallı çiçeklerin, bu olup bitenlere dayanamadığı anlaşılıyordu. "N'apacağız şimdi biz?" diye pek ender görülen çaresizliğini dile getiriyordu. "Oraya kadar yürüyemeyiz, taa Riverdale'de oturuyorlar. Parlak bir fikri olan var mı?" Önce Bayan Silsburn'e baktı, sonra kocasına -- ve nihayet, belki umutsuzluktan, bana.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.